Oza
Yazmak, çizmek, okumak, dinlemek, dinlenmek, yalnız kalmak, insan içine karışmak, zamanı harcamak; çoğu zaman mekânla şekil alan, kokan, anlam kazanan, duygulanan eylemler. Aynı kokuyu, aynı hisleri duymak; aynı resmi yeniden yaşamak için gittiğimiz kafeler, çay evleri, kitap evleri, kitap kafeler var birçoğumuzun. Hatta evlerimizde köşelerimiz, sokak başlarımız, odalarımız var. Aslında mesele mekâna ait hissedebilmekten, özgür hissedebilmekten ve keyif alabilmekten geçiyor elbette. İşte bu ilk yazımda size tam da böyle bir odadan bahsedeceğim; Oza’dan.
Burası Kadıköy’de, kadife sokağın hemen paralel sokağında kalan, mütevazı, küçük, herkesin bilmediği, yaşamak dolu bir kafe. Elbette geleni, gideni, kalanıyla; güzel adamları ve kadınlarıyla.
Çıktıkları kapıları kapatmıyor bu çocuklar, artlarında geri dönebilme ihtimallerini bırakıyorlar; bazen çantaları, bazen ceketleriyle. Ceplerinde peçetelerine buruşturdukları burunları, çantalarının dipleri hep tütün. Muhakkak güzel şarap içiyor bu çocuklar. Rakıyı bilmem.
Birçoğu yalnız oturuyor; ama kimseyi beklemiyorlar. Ellerini sıklıkla ceplerine atıyorlar, herkese nazaran aradıkları belki bir çikolata parası. Bir de burunlarını iteleyip anılarındaki o koku.
Şarap alıp geliyor bisikletli sokak adamı. Güzel adam; ama bu çocuklar öylece güzel bir adam olur mu?
Kediler her kapı aralığını kolluyorlar. Soğuk bu gün çok sarsıcı.
Ben sıklıkla buraya okumaya, yazmaya ve yalnız kalmaya geliyorum. Kimi zaman çalan Türkçe, yabancı caz müziğe kulak verip, dalıyorum. Tatlı bir sahibi var tabi bu tatlı kafenin; Deniz. Hoş sohbet, güler yüzlü bir genç kadın. Tüm arkadaşlarıyla birlikte onun da bu kafenin
samimiyetinde çok büyük bir payı var. Kimi zaman da bu güzel insanlar sohbetleriyle bana arkadaşlık ediyorlar.
Hep aynı hırkamla geliyorum buraya. Her yaz bahçesinin bir yeleği, her kış çay evinin bir hırkası olmalı. Böylelikle her anının kokusu bir resme yaklaşıyor.
/ben bir ara tırnaklarıma kitlenip kalıyorum. Tırnaklarımda kuşları tutuyorum gözlerimle. Denize öykünüyorum; kalbim öyle dalgalı. Bekliyorum, kim gelecekse…/
Buraya gelenlerin, burada çalışanların birçoğu belki resim yapan, müzikle ilgilenen; sanatla haşır neşir insanlar. Buraya gelip gitar çalıyor, çizim yapıyorlar. Bu da mekânı zaman zaman bir sanat evine dönüştürüyor.
Şiirler okuyorlar, resimler çiziyorlar, güzel müzikler çalıyor hep fonda. Çok ara sokakta burası, yolun aşağısında. Ondan rahatlıkla çıplak kalabiliyorlar. Sevişene daha rastlamadım. Tarçınlı çayları hep sıcak; ama erkenden kapatıyorlar. Gece kafama esti mi gelemiyorum. Üzülüyorum. Herhalde geceleri sevişiyorlar. Böyle düşünüp avunuyorum.
Benim oturmayı en çok sevdiğim köşe burada; yeşil koltuklu köşe. 70lerden kalma bir yüzle bakan karşılıklı iki koltuk. Oza’ya dışardan baktığınızda, özellikle akşam saatlerinde, turuncu bir mum gibi parlıyor yolun altından.
Doğadan ve devrimden almışlar gibi sırlarını; renkler öyle. Bir devir yaşıyor gibi içeride. Sır da bu sanırım. Birkaç koltuk var ki içeride, oturduğunda 68’e dayıyorsun gibi sırtını; ama bisikletli sokak adamı benden önce gelip, oturuyor. Sırtı daha yakın olduğundan olacak o yıllara.
Adını da bir şiirden alıyor burası ; Andrey Voznesenski’ nin ‘OZA’ şiiri.
-Sıkıntılı, yorgun ve bitkin, bir gece yarısı tam çekilme vakti denizin,
Tuttum yaratıcılığı övdüm, Oza*’dan söz ettin dostlarıma.
Biden bir kuzgun belirdi, kesti yarıda sözümü;
Çakmak çakmaktı gözleri ve korkunç kara,
Dedi kuzgun : ”Kim ipler ve bunları**. ”
“Ey kuş !” diye bağırdım, “inan, yıkıyor beni senin
bir insan yerine kuş olman
Katılsaydın bu mutlu işte bize
katılsaydın ikiye bölmeye yeryüzünü.”
Dedi kuzgun : ”Kim ipler ve bunları!”
Ne kadar canı istediğince eşlik ediyor bu çocuklar şarkılara. Dört kişi kalıyoruz içeride sadece. Bu odanın dört köşesi oluyoruz. Birimiz kadın, birimiz müzisyen, birimiz yalnız, birimiz şair oluyoruz. Hayatın daha çok köşesi var. Hayata ve çaya eşliğe, buyurunuz…
Şimdi siz kalkıp İstanbul’a gelip bu kafeyi ziyaret edemiyorsanız; kalkın bir çay demleyin derim, içine de tarçın atın; koksun şöyle ev. Sonra da Birsen Tezer açıp başlayın kitabınızı okumaya; ama buralara yolunuz düşerse, Oza’ya uğramayı unutmayın…
* “Oza”, Yunanca zoe (yaşam) sözcüğünden türetilmiş olan Rus Hıristiyan adı Zoya’nın bozulmuşudur.
** ”Kim ipler ve bunları be!” sözleri, na huya (S… et) sözlerinden genellikle yazılı dilde daha hafifletilmiş bir biçimi olan na figa karşılığı olmaktadır.
Şubat 15, 2013 - 10:54 pm
Gidilesi , kendi kendine demlenmeye bırakılmış bir yer gibi , demlendikçe tadını salan…